Site Overlay
Featured

Hâfız Ahmet Çalışır ile Söyleşi

24 Ağustos 2007 Cuma Doç.Dr.Mehmet Bahaüddin Varol – Mehmet Gönül M.B.Varol – Sayın Hafız Ahmet Çalışır, yıllardır Türkiye’de ve Konya’da dinî mûsıkî  alanında katılmış olduğunuz faaliyetler çerçevesinde bir çok kişi tarafından tanınmaktasınız. Ancak biz sizleri tanımayan okuyucularımızın da olabileceğini düşünerek genel ve klâsik soru ile başlamak istiyoruz. Hafız Ahmet Çalışır kimdir? Bize kendinizden bahseder misiniz? Aslında ilginç bir tesadüf mü yoksa cilve-i Rabbânî mi desem bilmiyorum. Aralık ayının 17’sini 18’ine bağlayan gece yani Hz.Pîr’in vefat ettiği gece olan bir Şeb’i Arûs’da dünyaya gelmişim. İlkokuldan sonra hâfızlığımı ikmal ettim. Bizim için Türk mûsıkîsi ve hafızlık ayrılmayan iki müessese. Benim için ciddi anlamda olmasa da işin içine girmiş olmak hafızlık eğitimim ile birlikte başlıyor. Tabi hafızlığın iki vechesi var biri hıfz biri de tilavet. Cenâb-ı Hakk’ın bize vermiş olduğu isti’dât belki de bize müzikal anlamda daha çok sirayet etti. O zaman rahmetli Ahmet Büyüksakarya hoca efendi vardı, çok güzel okurdu ve kıraati çok düzgündü. Kur’an kursuna devamDaha Fazlasını OkuHâfız Ahmet Çalışır ile Söyleşi

Mevlevî Âyini: Türk Mûsikîsinde Bir Form

Mevlevîhânelerde mukâbele (semâ’ töreni) esnasında, semâ’a refâkat etmek maksadı ile bestelenmiş eserlere denir. Mevlevî bestekârlar tarafından bestelenmiş olan bu eserler, mutriban (musiki icra heyeti) tarafından icra edilir. Türk mûsikîsi sanatının, elimizdeki tek örnek olan Mîrâciye nazarı dikkate alınmazsa, en büyük formudur. Güfteleri çoğunlukla Hz. Mevlânâ’nın Mesnevî ve Divân-ı Kebir’inden (beyitler ve rubâiler) olmakla birlikte, az da olsa bazı Mevlevî şairlerin şiirlerine de yer verildiği görülür. (Sultan Veled, Ulu Ârif Çelebi, Ahmet Eflâki, Dîvâne Mehmet Çelebi, Gavsi Dede, Şeyh Gâlib gibi). Mevlevî âyinleri de mukabelelerde olduğu gibi her birine “selam” adı verilen dört bölümden oluşur. Muza’af devr-i kebir adı verilen, 56 zamanlı bir usûlle bestelenmiş peşrevin icrâ’ından sonra, genellikle 14 zamanlı Mevlevî devr-i revânı (nadiren Ağır düyek usûlü de görülür) usûlü ile bestelenmiş birinci selam, ardından ağır evfer usûlü ile bestelenmiş ikinci selam ile devam eder.

Mûsıkîde İcazet mi Diploma mı?

Hep merak etmişimdir icazet ile diploma arasındaki fark nedir diye. Zaman geçip cemiyet kendi içerisinde adam yetiştiremez hale geldikçe bu sorunun cevabı zihnimde şekillenmeye başladı. Zira birçok diplomalı insan kendi meslek alanları içerisinde çoğaldıkça ve buna paralel olarak diplomalı cahiller de arttıkça daha da belirginleşti. Meşk usulü eğitim ile okul eğitiminin iki ayrı müessese olduğu hepimizin malumu. Söz konusu iki kavram bu bakımdan daha da değişik anlamlara bürünüyor. Usta-çırak ilişkisi ile hem sanat hem de zanaata intisap edenler, mesleki eğitimleri tamam olsa bile belki de yıllarca süren bir tedrisattan sonra ancak icazetlerini alabilirler ve müstakilen bir iş yapabilme, çırak yetiştirebilme salahiyetini kazanabilirlerdi. Bu ahilik teşkilatında “kuşak giydirme”, sanat eğitiminde ise “icazetname” ile belgelendirilirdi.

Bir Eseri Dinlemek…

Musiki formlarından bahsedilirken dini musiki ya da din dışı musiki diye bahsedilir. Doğru mudur, değil midir yeterince tartışılmamıştır. Yapılan bir iş ya dinidir ya da değildir. Musikinin tasnifi hakkında izah yapılırken dini veya dindışı musiki diye bahsedilmesi asıl itibari ile yanlış bir durumu ortaya çıkarıyor. Açık bir şekilde İslam esaslarına mugayir olmadıkça yapılan her türlü eser dini musiki olarak telakki edilebilir aslında. Çünkü bir eseri dinlerken veya icra ederken bakılan penceredir, parçanın anlaşılmasını sağlayan ve belirleyen… İsterseniz bu pencere işine örnek olarak, günümüz bestekârlarından Üstadımız Avni Anıl’ın hüzzam bir şarkısını değerlendirmeye çalışalım.

Dinledin mi Sözümü?!…

Unesco’nun 2007 yılını Mevlana Yılı ve Mevleviliğin korunması gereken kültür mirası olarak kabul etmesinin ve bunun dünya genelinde kutlanması kararının ardından aşağı yukarı bir yıl geçti. Bu süreç 30 Eylül 2007 tarihinde büyük bir doğum günü partisi ile de (!) kutlanarak devam etti. Tabii ki pastasız bir doğum günüydü bu… Temelde bizim kültür değerlerimiz açısından önemli olan böylesi bir kararın verilmesi ilk planda önemli bir gelişmeydi. Ancak geçen bir yılın muhasebesini yapmağa kalkıştığımızda ister istemez kimi sorular oluşmaya başlıyor. Acaba bu yıl içinde gerçekleştirilen farklı içerikli programlar, icralar, etkinlikler yerine ulaşıyor mu diye kendi kendime bir soru sorar sormaz hemen Hz. Mevlana karşıma dikiliverdi, ansızın silueti beliriverdi ve ben bocalamaya başladım. Terledim. Saklanacak bir yer aradım. Keşke dedim devekuşu olsaydım, olsaydım da başımı gömüverseydim bir yerlere. Zira arka arkaya sorular gelmeye başlamıştı.. “Ben Kur’anın kölesiyem demiştim… Beni hangi kitaplarda aradınız. Hangi kitapların içine hapsettiniz. Yaptıklarımı ve de vasiyetimi hangi kitaplardan aldıklarınızla açıklamaya çalıştınız. Kur’an veDaha Fazlasını OkuDinledin mi Sözümü?!…

Sufi Müzik ve Konya

Mesleğim gereği yurt dışında katıldığım konserler ve müzik programları, evrensel bir dil olan müziğin ne kadar etkin olduğunu muşahede etmeme neden olmuştur. Kimi zaman bir devlet görevlisi olarak, kimi zaman da bir tur programı çerçevesinde bulunduğum müzik programlarının temel amacı da bu evrensel dilin farklı gruplar, topluluklar ve toplumları bir araya getirmek idi. Böylece bu dil ile yoğun bir iletişimin kurulduğunu gözleme imkanım olmuştur. Benim için her konser, her turne yorgunluk ve yoğunluğun yanı sıra en başta yeni bir heyecan, yeni dostluklar ve yeni kapılardır. Bunun da müzik dilinin bir sonucu olduğunu söylemek gerekir. Katılmış olduğum konser programları arasında benim en çok ilgimi çeken ve doğrusu beni imrendiren bir festival çerçevesinde gerçekleştirilenler olmuştur. Bu durum özelde sufi müzik için de geçerlidir. Bir kaç ülkenin birarada sufi müzik özelinde buluşup bir program sunması, gerçekten hem mesleki açıdan yeni bir görgü ve deneyim, hem de sanatsal açıdan yeni açılımlar ve ufuk sağlamaktadır. Böylesi ortamların, organizasyonların Osmanlı imparatorluğu’nunDaha Fazlasını OkuSufi Müzik ve Konya

“Gür” Bir Ses

31 Mayıs-04 Haziran 2006 tarihlerinde kardeş ülke Pakistan’a konser münasebeti ile gittik. Dört günlük bir turne idi ve başarılı bir şekilde gerçekleşti. İki bölümden oluşan konserin ilk bölümünü bizim topluluğumuz, ikinci bölümünü ise Pakistan’a ait bir topluluk icra etti. Mistik müzik topluluklarının ilginç buluşması dinleyiciler üzerinde de ciddi tesirler bıraktı. Bu birçok ülkede konserler sırasında rastlanan bir durumdu. Ancak Pakistan seyahatini farklı kılan başka bir husus vardı ki onu zikretmek gerekecektir. Şimdiye kadar birçok ülkede sayısız program icra eden biri olarak, gittiğim ülkelerde büyükelçilikler nezdinde itibar gördüğümüzü söylemek çok da doğru olmaz. Zira büyükelçilerin çoğu klasik Türk musıkisine, tasavvuf musıkisi ve kültürüne kendilerini yakın hissetmezler. Çağdaşlığın sadece piyano çalmak, opera ve bale gösterilerinde, sıkılsalar bile, boy göstermek olduğunu zannedenlerdir kısm-ı azamisi. Fakat bu kalıplara uymayan öz be öz Anadolu kültürünü hazmetmiş, Mozart, Beethoven, Vivaldi dinleyip zevk alan, musıkimizi de huzur içinde dinleyip tanıtılmasının gerekliliğini düşünenlerin de olduğunu söylemek gerek. Eski Fas büyükelçisi Sn. Şükrü Tufan,Daha Fazlasını Oku“Gür” Bir Ses

Öz Musikimiz

Eskilerin lisan-i bizebanan (dilsizlerin dili) diye tarif ettikleri, iki ses arasındaki manevi münasebete musiki diyoruz. Kiminin musiki, kiminin de müzik dediği hadise gerçekte bir medeniyet algısının tezahürüdür, bir medeniyetin oluşturucu unsurudur. Dolayısıyla basit ve sıradan bir kültür hadisesi değildir. Alışkanlıkların, günlük eylemlerin de çok ötesinde yer alan musiki, ancak medeniyet algısı ile yorumlanabilir, icra edilebilir. İşte bu düzlemde müzik mi yoksa musiki mi tartışmasının gereksiz ve boş bir tartışma olduğunu söylemek gerek. Zarf mı yoksa mazruf mu önemlidir sorusunun cevabi, böyle bir tartışmanın meselenin etrafında dolaşmaktan başka bir işe yaramadığını en açık bir şekilde göstermektedir. Ve fakat yetiştiriliş tarzımız ve beslendiğimiz kaynaklardan dolayı olsa gerek biz de, musiki kelimesi daha müzikal geldiğinden bu tabiri kullanıyoruz. Günümüzde icra etmiş olduğumuz musiki, acaba eskiden beri icra edilen musiki ile aynı mıdır? Türk musikisi mi yoksa Osmanlı musikisi mi doğru bir ifadedir? Türk sanat musikisi mi, yoksa Türk musikisi sanatı demek mi doğrudur? Türk musikisi diğer müzikleri miDaha Fazlasını OkuÖz Musikimiz